26 Ocak 2016 Salı

Çocukla Viyana ve Kültür Gezisi




Çocuklarla yurtdışı gezilerinde müzeler bizim mutlak duraklarımız. Çocuklar olmadan da gezsek öyleler gerçi. Ama çocuklarla gezerken öncelikle müze seçimlerimizi yapmakta dikkat ettiğim bazı şeyler var. Sonra da bu müze gezisinin nasıl geçeceği konusunda gerçekçi beklentilerle yola çıkmak önemli. 




Bu hafta, sömestre tatilinin başlamasıyla ailece Viyana'ya geldik. Çok güzel bir kent ama çok soğuk bir zamanda geldik. Bu yüzden sokaklarda gezme ve dışarıda zaman geçirme konusunda kısıtlı zamanımız var. Çocukların 0 derece civarında "Aa şu bina da ne güzelmiş" gezisi yapması pek mümkün değil. Bu yüzden daha çok kapalı alanlar odaklı bir seyahat oluyor. Oralara varmak için dışarıda geçirdiğimiz süre, yürüdüğümüz sokaklar zaten yeterli oluyor. Ama iki çocukla kapalı alanlarda sürekli zaman geçirmek de ustalık istiyor.

Viyana'da bir tane bile alışveriş merkezi yok. Tek tek dükkanlar var, Pazar günü hepsi kapalı. Hafta içi de 6-7ye kadar açıklar. Restoranların bile çoğu Pazar günü kapalı. Ama burası bir kültür-sanat cenneti. Müzeler, sergiler inanılmaz çeşitlilikte. 

Gideceğimiz müzeleri seçerken, çocuklara hitap edenleri seçmeye özen gösteriyorum. Doğrudan çocuklara yönelik müzeler olduğu gibi, içinde çocuklar için çokça interaktif alan bulunan müzeler de var. Bunlar tüm aile için keyifli oluyor. Çocuklara tabii ki müze kurallarını anlatıyoruz. Bir arkadaşım söylemişti, çocuklarına "müze sesi" ile konuşmayı söylediklerini. Koşmadan, etrafa zarar vermemeye özen göstererek, bağırmadan gezmesi gerektiğini söylüyoruz ama çocukların sıkça deşarj olmaya ihtiyacı var. 


Dün gezdiğimiz Haus der Musik (Müzik Evi) bu konuda mekanın inanılmaz düşünceli ayarlandığı bir yer. Sergi bölümleri ve çocukların çılgınca eğlendiği bölümler arka arkaya geliyor. Zarlar atarak notalar çalmak, kendi melodisini yapıp onun tek el piyanodan orkestraya kadar zenginleşerek değişimini dinlemek, dev davulu çalmak ve en harikası Viyana Filarmoni Orkestrasını yönetmek ilk aklıma gelenler. Viyana'ya çocukla gelenlerin mutlaka uğraması gereken bir müze.



Ama her yerde böyle eğlenceli imkanlar olmayabilir. Bizim de görmek istediğimiz yerler var ve bunların hepsi çocuklara yönelik alanlar olmayabiliyor. Açıkçası yurtdışı tatillerinin gezilecek yerlerini çoğunlukla çocuklara göre ayarlıyorum. Ancak "mutlaka görmem gerek" dediğimiz yerler için bunu esnetiyoruz. Ve Albertina, bu listede yer alıyordu. 

Albertina, Monet, Chagall, Picasso gibi onlarca önemli ressamın tablolarının sergilendiği bir müze. Tam anlamıyla bir yetişkin ortamı. Sessiz, sakin. Duvarlardaki tablolar paha biçilemez. Çocuklara yönelik herhangi aktivite, interaktif alan veya olanak yok. Biri 6, biri 2,5 yaşında iki çocukla nasıl gezilecek peki?

Öncekikle, normalde müze çıkışlarına koyduğumuz kahve molasını öne çektik. Albertina'nın hemen karşısındaki Mozart Cafe'de tatlı ve sıcak çikolata sonrası işbirliğine daha açık oldular 😉. İkinci ve een önemli nokta küçük çocuğun uyku saatine denk getirmek. Gerçekten 2 yaşında bir çocuğun orada geçirebileceği zaman çok kısıtlı. Çok çabuk sıkılacaktır. Müzeye girdikten bir süre sonra Deniz uyudu ve bu hepimiz için, en çok da Rüzgar için iyi oldu. Böylece onunla birebir ilgilenebildik. Peki nasıl?



Her yerden oyun çıkararak. Resimlerin önünde çok uzun süre durmayarak. Onun  rahat edeceği, ilgisini koruyacağı, keyif alacağı süreyi aşmamaya özen göstermek gerek. Tüm resimleri tek tek, uzun uzun incelemek tabii ki bir süre sonra çok sıkılmış ve ardından kendine hakim olmakta zorlanan bir çocuk demek. İlk içeri girdiğimizde Rüzgar'a gösterdiğim bir Monet tablosu hakkında kendi de bir şey göstermek isteyip gidip parmağını uzatınca, o parmak o tabloya yaklaşırken her şey ağır çekime geçmiş, dünya dönmeyi bırakmış gibi hepimizin dehşet dolu yüz ifadeleriyle donup kaldığı bir saniyenin ardından olaya hızla müdahale ettik. Tabii bu noktada, daha başlarken Rüzgar'ın moral altüst oldu. Sonra ortadaki banka oturup bu tabloların ne kadar değerli olduğu hakkında konuştuk. "Anne bu oda kadar çok altın ve mücevher olsa?" gibi tüm karşılaştırmalara "ondan bile değerli" diye işi oyuna vurduk ve bu resimlerin, çok önemli ressamların çok uzun zaman önce yaptığı resimler olduğunu, mesela 100 yıl önce fırçasıyla boyadığı tablonun şu an önümüzde durduğunu konuşarak tablolara neden yaklaşamayacağımızı anladı. Ve tüm gezi boyunca tablolarla aramızda epey mesafe bırakarak gezmeye hepimiz özen gösterdik. Bir süre sonra görünmez bir koridor oluşmuş gibi hep aynı mesafede kalarak yürümek onun için de doğal hale geldi. Müze gezme konusunda önemli bir kazanımı oldu. 

 Her galeride, ortadaki banka oturduk, hızlıca etrafımıza baktık. Orada ilgi çekici resimlerden birini gösterip onunla ilgili (ressamı, akımı, renkleri, ismi) kısaca bilgiler verdim ve konuştuk. "Bak aynı ressamın çizdiği resimler ne kadar benziyor", "Sence bu ressam bu odadaki hangi resimleri çizmiş?" gibi konuşmalar ilgiyi uyanık tutuyor, bir yandan da sanat akımları hakkında bir altyapı sağlıyor. 

Bazı resimlerin ne kadar gerçekçi olduğu ama bazı resimleri anlamak için bir süre bakmamız gerektiğini, içinde farklı şeyler görebildiğimizi konuştuk. Sonra her galeride, "Bu odada en sevdiğin resim hangisi?" diye sordum. Bu çok hoşuna gitti. Ve çok önem verdi. Sonra "sence bu resimde ne var?" ve "Sence bu resmin ismi ne olabilir?" diye sordum. Resimlere isim bulma oyunu çok keyifli bir oyun. Sonra ressamın koyduğu ismi okuduk. 
Böylece Albertina'nın tüm koleksiyonunu gezdik. 

Kendi başına gezeceğimden daha hızlı, her galeride bir-iki tabloyu öne çıkararak ama hem Rüzgar hem benim için çok keyifli bir gün geçirmiş olarak ayrıldık oradan. En son, müzenin mağazasına gittik ve Rüzgar'ın sevdiğini söylediği resimlerin kartpostallarını aldık. Gezerken en sevdiği resimleri not aldım ve daha sonra onlarla ilgili bir oyun oynamayı düşündüm. Kartpostalları olmayanları da ben bulup saklayacağım.



Bu arada en kontrolsüz hareket etme döneminde olan Deniz'in uyuması büyük bir artı oldu ama o yaşta çocuklar da sergi gezebilirler. Sadece biraz daha uğraş gerek, ve gezinizi kısa tutmayı göze almalısınız. O yaşta çocukların kendine sürekli hakim olamayacağını da kabullenmelisiniz. Ebeveynler sakin ve rahat olunca çocuklar da daha sakin oluyor. Önce kısa kısa olan gezileriniz her seferinde biraz daha uzun, biraz daha keyifli hale böyle böyle gelecek.

Çocuklar müze gezmeden, sergi gezmeden bu konularda kendilerini geliştiremezler. İlk kez 10 yaşında sergiye gelmiş çocuğa kızıp etrafta gezenleri gösterip "yabancıların küçücük çocukları bile" diye başlayan cümleler kurmak çok anlamlı olmuyor sonra, hem de çocuğa büyük haksızlık. O yüzden bence, gitmek istediğiniz müze ve sergilerden, çocuktan sebep mahrum kalmayın. Beklentinizi doğru tutup çocuğunuzun ilgisini çekecek, konuya dahil olacağı, yanınızda sıkılarak zorla sürükleneceği değil sizinle güzel bir gün geçireceği şekilde gezinizi kurgularsanız, inanın tahmin ettiğinizden daha keyifli anılarla eve dönebilirsiniz. 

2 Ocak 2016 Cumartesi

BİSCUİT EKMEK

İlk yemek tarifini yazıyorum Evde Oyun Var'a. Daha doğrusu, yemek blogum Benim Küçük Mutfağım'a 2006'da girdiğim bir tarifi buraya alıyorum. 2016'nın ilk kahvaltısı için yaptığımız ekmek Biscuit ekmek oldu. İşte 2006'daki yazı.




Bu ekmeği nasıl adlandıracağıma pek emin olamıyorum. Amerikalılar “bisküvi” diyorlar. Ama Avrupa’nın genelinde ve bizde bisküvi denince kıtır kıtır, ince bir kraker kastedilir. Bisküvi deyince benim aklıma tatlı bir hamur işi gelir. Fakat Latince’de “iki kez fırınlanmış” (çifte kavrulmuş :) ) anlamına gelen “biscuit” Amerikalılar için anneannelerinin pişirdiği geleneksel bir tat. Bunlara hızlı ekmekler de deniyor. Çünkü pişirmeden önce hamurun kabarmasını beklemiyorsunuz. Biz ise bu bisküvi ekmekleri malum fast foodcuda görüyoruz. Sizi bilmem ama ben ve tanıdığım insanların çoğu söz konusu fast food restoranındaki bu ekmeklere bayılır. Hep yapmayı da istemişimdir. Amerikalılar genel olarak kahvaltıda tüketiyorlar bu ekmeği. Tereyağı ve bal veya reçelle. Ana yemeklerin yanında servis edebiliyorlar. Eğer siz de bu ekmekleri hep beğenmiş olanlardansanız veya çok çabuk bir ekmek yapmak istiyorsanız denemenizi tesviye ederim. Belli püf noktalarına dikkat ettiğinizde yapımı hiç de zor değil

Malzemeler:
350 gr un
1 paket kabartma tozu
1/2 çay kaşığı tuz
1 kaşık toz şeker
110 gr tereyağı
150 ml süt
1 yumurta (hafifçe çırpılmış)
Üstüne:
1 kaşık süt
1 yumurta

Büyük bir kasede un, kabartma tozu, tuz ve şekeri karıştırın. sonra tereyağını ekleyeceğiz. Burada tereyağının soğuk olması gerekiyor. Yağı bıçakla veya elinizle küçük parçalara ayırarak hamura ekliyoruz ve yoğuruyoruz. Ekmek kırıntısına benzeyen bir hamur elde edene kadar yoğurun. Daha sonra süt ve yumurtayı ekleyeceğiz. Fakat unlar çeşitlerine, markalarına göre farklılık gösterebiliyor o yüzden sütün hepsini birden hamura eklemeyin. Önce yarısını ve yumurtayı ekleyin, hamurunuzun bir araya gelene kadar süt ekleyebilirsiniz. bu hamurda önemli olan bir diğer noktada hamuru fazla yoğurmamak. Sadece hamur bir araya gelene kadar yoğurun ve bırakın. Bu hamurun çok fazla yoğrulmaması çok önemli. Eğer ekmeğiniz piştiğinde sert olursa çok yoğurmuşsunuz demektir. Sonra hamuru 1,5 cm kalınlığında açıyoruz. Bir bardağın ağzını hafifçe unlayarak yuvarlak parçalar kesip fırın kağıdı serilmiş tepsiye diziyoruz. Tepsiye dizerken aralarında boşluk bırakmadan, yanak yanağa dizmek gerekiyor:) Yoksa ekmekler kabaracağına yana doğru yayılıyor.



 Yumurta ve sütü çırpıp üstlerine sürüyoruz. Bu tariften 12 tane ekmek çıkması gerekiyor. Daha fazla çıkacak gibiyse hamuru ince açmış olabilirsiniz. Hamuru elinizle bile açabilirsiniz çünkü biraz kalın olması gerekiyor zaten. Önceden ısıtılmış fırında 200 derecede 10-15 dakika pişirin. Yüksek ısıda pişirilmeleri için üstü kızarmış, kabarık ve içiyle yanları bembeyaz ekmekler elde etmenizi sağlıyor.
Sıcakken servis edilmesi güzel oluyor. Yiyeceğinize yakın pişirmeniz en iyisi olur. Taze taze fırından çıkmış sıcak hallerinin en güzeli olduğunu tahmin edersiniz ;) Oldukça doyurucu ve tok tutucu ekmekler oluyor. Kalanları yemek için ısıtmak iyi olur. Ben aralarına kaşar peyniri koyup fırında ısıttım. Tavsiye ederim :)
Afiyet olsun!